Ülke turizmi olarak batıyoruz…
Hem de el ele vererek..
Üstelik mesleki cehalete teslim olarak !
Öncelikle konuya siyasi irade açısından bakalım
Şunun şurasında , başkanlık dönemine kadar ki parlamenter sitemde , hükümetler kurulurken , söz sahibi hep ; Milli Eğitime , Milli savunmaya , dış işlerine , iç işlerine , adalete , sağlığa kimleri bakan yapalım diye kafa patlatır ; sıra turizm bakanlığına geldiğinde , rast gele birine “ haydi koçum sen Turizm Bakanı ol” derlerdi !
Bizim ülkede neredeyse her bakanlığa ait bir devlet politikası vardır ki ; bu hükümetler değişse bile değişmez. Sadece turizm sektörümüzde devlet politikamız yoktur.
Sektörel bazda hükümetlerimizin , turizmde yatırım istatistikleri yoktur.
Neredeyse ne kadar yatak açığımız var sorusunu bile önemsemez, önüne gelene otel inşaat izni verir , hatta bazı imtiyazlılara üstüne bir arazi tahsisi yapar..
Yatırımcının sosyal yapısını , eğitim yapısını , turizm sektörüne bakış açısını düşünmez , doğuda dört köyünü satıp parayı cebine koyana Akdeniz sahillerinde beş yıldız inşaat izni verir.
Son 22 yıllık başkanlık döneminde bu sistem değişti mi ? Hayır tabii ki.
Haa diyeceksiniz ki “ Ama şimdi ki Turizm Bakanımız sizden ?”
Haklısınız . Ama o da ülke turizmini göstermelik olarak düşünüyor , asıl mesuliyeti kendi şirketi olan ETS’yi bakanlık avantajları ile nasıl daha güçlendiririm düşüncesinde.
Konu siyasi iradede böyle olunca da ortaya İMAM-CEMAAT felsefesiçıkıyor.
Özellikle belirtmek isterim ki , ufak-tefek istisnalar hariç , turizm yatırımcısı liyakatsiz olunca inşa ettikleri tesislerin yönetim kadrosu da kendini menfi yönden ortaya çıkarmakta gecikmiyor.
Burada futbol-turizm benzerliğine dokunmak isterim.
Nasıl futboldan anlamayan adamlar kulüp başkanı oluyorsa , genel anlamda yatırımcılarda da aynı . Mafya işin içine giriyor , para aklama ortaya çıkıyor , sanayici ise devlete ödemesi gereken vergi miktarını otel inşaasına yatırarak , devleti vergi gelirinden mahrum bıraktığı gibi , üstüne devletin teşvik imtiyazlarından faydalanarak devlete artı yük bindiriyor.
Hal böyle olunca yatırımcının amacı zaten 3-5 sene oteli göstermelik işletim , acilen satıp paraya çevirmek olunca , tesisin müdürünün kim olduğu onun için pek de önem arzetmiyor. Hemen rastgele birini , bu kişi damadı , oğlu , kızı , gelini hatta köyündeki MARABASI olan birini liyakata falan bakmadan oteline genel müdür olarak tayin ediveriyor.
Hani yukarıda futbol demiştik ya ; hah işte bizdeki genel müdür de aslında takımın teknik direktörüdür. Şimdi liyakat sahibi , zeki , futbolu bilen , disiplinli bir teknik direktör işine başkanı karıştırır mı ? Karıştırmaz. Eee bu özelliklere sahip bir genel müdür de karıştırmaz. Bu durumda patronun işine gelmiyor. Gelmeyince sıfatı genel müdür olan bir çok vasıfsız , yalaka , kişiliksiz kişi sırf sıfata sahip olmak için kuklavari genel müdürlük yapıyor .
Tablo bu olunca ortaya AŞURE SİSTEMİ denilen bir turizm sektörü çıkıyor .
Görüşlerine inandığım bir arkadaşım , bir gün dedi ki : “ Abi sektör senin zamanındaki gibi değil. Mesela bir beş yıldız minimum 400 oda olmalı “ Neden? dedim devam etti : “ Bak abi , bu işin tatil turizmi var , kongre turizmi var , spor turizmi var , düğün-dernek aksiyon durumları var . 400 yataktan az olursa bunları çatısı altında toplayamaz !”
Ona cevap vermedim. Versem içinde “ Yaşlı ne olacak ?” diye geçirecekti.
Onun cevabı bana göre otelcilikde karışık turşu durumu hatta 40 çeşit katkılı AŞURE sistemiortaya çıkarıyor.
Oysa bir otel işletmesinin RUHU olmalı… KİŞİLİĞİ olmalı bana göre .
Hepsi bir arada olmaz . Çünkü birini memnun ederken diğerini memnun edemezsiniz.
Mesela tesisinde iki Premier lig takımı kampta.
Bunların antreman saatleri , antreman dönüşleri , yiyecek-içecek disiplinleri ; normal tatil için gelmiş misafirden farklıdır . Hal böyle olunca mutfak üretimi lüzumsuz artar , kadro sayısı bile artar . Sporcuların bu durumunda tatilciler mağdur olmasın diye bu sefer onlar için abuk animasyon isimli soytarılıklar devreye giriyor. Ve maliyet artıyor.
Ha bir de aynı zamanda 300 kişilik bir kongre rezervasyonu varsa , yandı gülüm keten helva !
Bu sahne , otelin bütçesini çorbaya çevirir .
Peki biz genel müdürü olarak ne yapardık ?
Taa , bir sene önceden haziran 15’e kadar ki süreçte :
1- Ülkemizin dış politikasını takip ederdik. Çünkü ilişkilerimiz bizi ilgilendirir . Sen Hollanda’ya yüklenirsin gelecek sezon için , bir bakmışın Hollanda ile ilişkilerimiz bozulmuş !
2- Döviz kuru paritelerini takip edip , seneye yabancı para kurunu tesbit etmeye çalışırdık.
3- Asgari ücreti tahmin çalışması yapardık.
4- Enflasyonu ve etkilerinin tedarik zincirine etkilerini tahmin etmeye çalışırdık .
5- Seneye Yunanistan , İspanya , Hırvatistan , Kuzey Afrika pazara hangi fiatlarla çıkacaklar öngörüsünü doğru görmeye çalışırdık .
6- Bize gelecek ülkelerin vatandaşlarının ekonomik refah durumlarına bakardık .
7- Terör durumunu yakından takip ederdik.
8- Yabancı basında ki Türkiye haberlerini izler oralarda ülkemizin nasıl göründüğünü anlaaya çalışırdık .
9- Bize gelen ülkelerin , bayram tatilleri ve okul tatillerinin takvimini edinirdik .
Tüm bunların sonucunda önce tahmini doluluk ve paralelindeki gider bütçesini genel ve kişi başı olarak maliyet çıkarır , Akabinde de yarıştığımız diğer ülkeler ile rekabet edebilecek satış fiatlarımızı belirler sezona hazır olurduk .
Şimdi çoğunluk müdürler , sistem Herşey Dahil olduğu için gider bütçesini bu kadar önemsemiyorlar . Satış fiyatlarını da gerçekler paralelinde değil , patronlarına yaranmak , sempatik görünmek için diğer pazarlara bakmadan tesbit edip pazara böyle giriyorlar.
Sonuç ; Antalya’da genel doluluk ortalaması % 60 . Oysa full olması gerekiyor.
Akdeniz çanağında ki en pahalı destinasyonuz …
Düşünün ; biz bile Yunanistan’a kaçıyoruz !
Son sözüm HERŞEY DAHİL sistem intihardır !
Saygılarımla