Denize yakın sahil kasabalarının veya sayfiye yerleri diye isimlendirebileceğimiz yerleşim yerlerinin en büyük avantajı hem kendinizi büyük şehirlerde yaşanan yoğun stres ve boğuculuktan uzak tutmanız hem de bazı insanlarda vazgeçilmez olarak addedilecek denize yakınlığıdır.
Gerçekten de Marmara Bölgesi, baktığınız zaman sahil kasabaları bakımından çok şanslı…
İnsanların soluklanabileceği lokasyonların olması, anakentlerle kıyaslandığında o ân için bulunmaz fırsat ve avantaj…
Asıl meseleye gelmek istiyorum… Ben Karamürsel’de yaşadığım için buradaki gözlemlerim doğrultusunda bir değerlendirme ve yorum yapmak istiyorum. Biliyorsunuz, bizim memleketimizde “balık tutmak” bir tutkudur, rahatlama, stres atma yollarından en sık başvurulanıdır.
Öte yandan, bu balık tutma sevdası, zaman zaman diğer yurttaşlar için sıkıntıya neden olabilmektedir. Sonuçta, sahil kenarları ve kamuya ait yerler, tüm vatandaşların hizmetindedir. Balık tutma sevdasında olanların zaman zaman diğer yurttaşlarımıza zor ânlar yaşattığı da bir gerçektir.
Olmayacak bir şey değil; balık tutmaya kendisini kaptırmış yurttaşlarımız, salladıkları oltadan dolayı, ardından yanından, berisinden geçen var mı, diğer yurttaşların beden bütünlüğüne zarar verebilir miyim, hassasiyetini unutarak üzücü kazalara yol açabilirler. Belki, yakın zamanda böyle bir şey olmamış olabilir, bu husus olmayacak demek değildir.
Gerçekten de ben yeri geldiğinde sahil boyunca yürümek istemiyor, sahil şeritlerinden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum; belirttiğim gibi ya bir balık tutanın oltasını “rastgele sallamasından ötürü” veya bir bisikletlinin kendisinin yaya yolunda olduğunu unutmasından dolayı yaptığınız etkinlikten zevk alamadan eve dönmek “mecburiyetinde” kalıyorsunuz.
Bu bağlamda, özgürlük ve serbestiyet olgularının, herkes için geçerli olduğunu unutmadan, kamu hayatında birbirimize
“azami saygılı ve hoşgörülü” olmak durumundayız.