Türkiye’de ekonomik gelişmeler değerlendirilirken bazı kesimler yaşanan aksaklıkları daha bilimsel temelde analiz etmeyi yeğlerken, bazı kesimler daha çok dönemsel veya o ânın genelgeçer gerçekleşmeleri üzerinden irdelemeye yönelirler.
Türkiye’deki ekonomik sorunlar “yapısal” kaynaklıdır. Birçok iktisatçı, ülkemizdeki ekonomik problemleri, bu minvalde yıllara dayanan, geçmiş dönemlerden miras alınan, sürekli çözümlenmeyerek gelecek dönemlere ötelenen sorun ve sıkıntı silsilesi üzerinden okuyarak, yorumlamaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye’deki “yönetim sorunları” ve “demokrasi standartları” da bu bakış açısından değerlendirilebilinir. Bizim gibi az gelişmiş toplumlarda toplumun siyasî hususlarda çar çabucak etki altına alınmaları; öte yandan senelerce oylarını sorgusuz sualsiz kendilerini yönetmeleri adına bir partiye veya liderine veren seçmen vatandaşlar, son tahlilde içerisinde bulundukları durumu analiz etmekten aciz duruma, ne yazık ki seçtikleri siyasetçilerin bilinçli politikaları vasıtasıyla getirilirler.
Az gelişmiş ülkeler…
Gelişmekte olan ülkeler…
Gelişen ülkeler…
Hangi adla anarsanız anın, bu ülkelerin hemen hemen hepsinde benzeşen özellikler temayüz eder:
Düşük gelirli bir toplum yapısı, isterseniz siz buna “orta gelir tuzağı” diyebilirsiniz.
Demokrasinin sadece laftan öteye geç(e)memesi.
Hukuk devletinin yerine polis veya yasa devletinin geçmesi.
Liyakat ve ehliyet sisteminin, çapsız politikacılar yüzünden sulandırılarak, özellikle ekonomik düzende ahbap çavuş ekonomisinin işlerlik kazanmasıyla beraber yönetici kadrolarında nepotizmin ve adamcılığın (particiliğin-partizanlığın) bilinçli bir tercihle politika hâline getirilerek işe göre adam yerine, adama göre iş zihniyetinin kaim olması.
Toplumsal bütünlükten ziyade, seçmen tabanıyla hareket edilmesi ve hâkim ideolojiyi benimsemeyenlerin dışlanarak ötekileştirilmesi.
Bu bağlamda, torpil veya nepotizmin alternatifi ya da daha iyi bir yönetim seçeneği “Meritokrasi”dir.
Wikipedi özgür ansiklopediye göre meritokrasi: (https://tr.wikipedia.org/wiki/Meritokrasi)
“Meritokrasi, yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare gücü, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır, kayırma yoktur. Özellikle kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme ve yükselmelerinin bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlar. Osmanlı Devleti‘ndeki devşirme sistemi buna benzer bir örnek olarak gösterilebilir.”
Bu bağlamda, zaman zaman Osmanlıcılık duyguları kabaran cenahların, bir ülke nasıl yönetilir babında gerçek anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı meritokrasiye bakmaları elzem gelir. Liyakat ve ehliyet sahibi kişilerin devlet kadrolarında olsun iş hayatındaki idarecilik kadrolarında olsun işbaşına getirilmeleri aklın ve mantığın gereği iken…
Bugün, Osmanlı Devleti ile gururlanırken kuru kuruya böbürlenmenin anlamı yok. Osmanlı Devleti’nin bu kadar geniş coğrafyada nasıl adaletli bir yönetim tarzı izlediğine bakmak da bizler için ilerideki dönemlerde ufuk açıcı olacaktır. Özellikle Osmanlı nizamında meşveret(danışma/k) mekanizmasına önem verilmesi, kararlar alınmadan önce meşveret meclislerinin toplanması, danışmaya ve istişareye büyük önem verilmesi, bu doğrultuda büyük bir devlet olmanın da gereği idi.
Türkiye Cumhuriyeti bu bağlamda, Osmanlı yönetiminden halk yönetimine geçerken esasında böyle bir birikimi de devralmış oluyordu. Ehliyet ve liyakat sahibi kişilerin yurttaşlığının yanında hak edişlerine istinaden devlet katlarında idareci olabilmeleri, imtiyazsız ve eşit vatandaşlığa dayalı bir toplum modeli. Ama işte cumhuriyetin kuruluşundan sonra, toplumun, izlenen bilinçli politikalar yüzünden yeni rejime tam ısınamaması, ilerleyen dönemlerde karşı devrim hayalindeki siyasetçilerin algı oyunlarına ram olmaları, daha birçok memleketimize has olay ve olgulardan dolayı, Türkiye’de demokrasiye ve eşitliğe dayalı bir olması gereken idarî mekanizmayı işletemiyoruz.