Tüm arkadaşlarımız orkestra kurmuştu . Sene 60’lı yılların sonu . İcracı Ömer trompet , ben ise tenor saksafon çalıyordum . Ama kurulan orkestralar düğün orkestraları idi. Ekonomik bölüşümde nefesli sazlar lüks idi. Dolayısı ile bir orkestraya dahil olamamanın üzüntüsünü yaşıyorduk . Bir çare bulmalıydık !
Buldukta . JETONLAR adıyla bir komedi ikilisi oluşturduk .
Ama neyi nasıl yapacağımızı , işi nasıl bulacağımızı bilemiyorduk .
Eski Bursa caddesinde , Toros fırını yakınlarında elektronikçi Oktan ÇAKAR abi vardı, rahmetli.
Oktan abi bizi de çok severdi. Onun yanında başka bir abi ile tanıştık . Ortağımıydı , oraya mı takılıyordu bilemiyorum .
BURHAN BASALAK . Allah ikisinin de toprağını bol eylesin .
Bizim Orhan Basalak’ın amcası .
“Ben sizin menajeriniz olurum “deyince bizde bir sevinç , bir sevinç görmeliydiniz. Bir şartı vardı : “Kazandığınızın yarısı benim” . Biz “Dükkan senin” dedik haliyle. Derdimiz para değil , kızların gözünde popüler olmaktı .
Son derece planlıydık . Hergün bizim evde sanki akşama program varmış gibi provalar yapıyorduk .
Kendimizi ayna karşısına alınca da kıyamet kopuyordu . Çünkü komik olacağız diye yaptığımız abuk-sabuk mimiklerimize , vücut hareketlerimize önce kendimiz gülüyorduk . Bu kendimize gülmenin , o zamanlar sahnede başımıza ne işler açacağını bilemiyorduk elbette.
Bekle allah bekle , bir türlü iş çıkmıyordu .
Derken bir gün Burhan abi bizi çağırdı. Ve müjdeyi verdi. İlk işimizi almıştı .
Yer KIRGIZ DÜĞÜN SALONU . Bir düğün idi ilk işimiz.
Program günü gelene kadar heyecan maksimum bizde . Bir zona çıkarmadığımız kaldı .
Gün geldi. Ama bir büyük problem vardı .
Trompeti bandodan alacaktık da , ortada DAVUL yoktu .
Yapacak bir şey yok tabii ki.
Salona gittik. Hazırlandık .
Düğün orkestrası bizim çocuklar .
Bir baktık programda bir Kafkas ekibi ve davulları var .
Yalvar ,yakar rica ettik , davulu kullanmak için izni aldık .
Neyse gitarist Hayri bizi anons etti , sahneye avdet ettik . Etmez olaydık…
Hemen ön masada bizim beden eğitimi öğretmenimiz Mehmet hoca oturuyor. Onu görünce bizim heyecan zirve yaptı .
Başladık Bekçi Hırtazo ile Mırtazo’ya . Arada Ömer trompeti üflüyor… Ben heyecandan var gücümle davulu çalıyorum ..Birden PLOFF-PLOFF diye ses gelmeye başladı . Öyle vurmuşum ki emanet davulu patlatmışım .
Rezil olduk …Önde Mehmet hoca moral vermek için elleri kızarırcasına alkışlıyor …
Gülüyor …O gülünce herkes gülmeye başladı… Netice komedyeniz ya ! Bir şekilde başarmıştık .
Hemen kulise gidip çaktırmadan davulu bıraktık ve kaçtık ! Çünkü ödeyecek paramız yok , sonunda dayak var !
Ertesi günü heyecan ile Oktan abinin dükkana gittik. Burhan abi geldi ve bize 10 Tl verdi.
Bu ON TÜRK LİRASI kazandığımız ilk para idi. Kolanın 1.25 kuruş olduğu dönemler. Bir Maltepe sigarası 3 lira idi.
*****
Yer Akasyapark gazinosu . Haftada iki gün sahne alacağız . Ve ilk gece .
Çıkış paradomiz de ,bir SÜNNET hikayesi.
Ben sünnet olacak çocuk , Ömer’de elinde balta , çantasında testere sünnetçi !
Annemin mus denilen bir naylon geceliğini giydim . Bacaklarım çıplak !
Tuhafiyeci Habil amcadan bir maşallah kuşağını takıp , komşu çocuğun sünnet şapkasını giyip , sahneye fırlamamla , bahçe beni görünce bastı kahkahayı ! Yıkılıyor bahçe ..
En önde , bizden sonra sahne alacak olan rahmetli Erdoğan Cengiz oturuyor .
Erdoğan abi birden “HATİCE HANIMMMMM!” diye bana doğru bağırıp kahkahayı patlatmaz mı ? .
Millet ,Erdoğan abiye gülmekten yerlerde..
Neyse , uyudum o gece . Sabah annem rahmetli , odama geldi.
Suratı beş karış . “ Çabuk oturma odasına gel” diye bağırdı .
Ne oluyor demeden kalktım . Ön odaya gittim . Uyku sersemliği hala üstümde .
Bir baktım rahmetli İĞNECİ HATİCE HANIM teyze orada . Barut gibi kızgın bana bakıyor.
Bir şey anlamadım . Hoş geldin Hatice teyze deyip elini öpmemle , annem fırçayı bastı :
” Utanmıyormusun sen Hatice teyzenin ulu-orta taklitini yapmaya ? Rezil çocuk !”
Erdoğan abi haklıydı tabii. Ben şişman , iğneci Hatice hanım teyze şişman !
*****
JACK isimli bir Amerika’lı dostumuz vardı.
Amerikan üssünde NCO CLUB’da ( astsubay kulübü) yönetici.
Kulüpte her Çarşamba WOMAN’s DAY diye bir etkinlik varmış . Bize program teklif etti.
Dedik ki “Yahu biz İngilizceye hakim değiliz, Amerikan espri anlayışını bilmiyoruz . Nasıl olacak ? “ “Önemli değil, pandomim yaparsınız” dedi.
Başladık bu sefer sessiz çalışmalara .
Gün geldi . NCO CUB’a gittik . Harika bir ortam . Sahnede Amerika’lı askerlerden oluşan bir gurup çalıyor . Bizi bir masaya oturttular .
Gecenin konsepti şu : Üssün bu kulübe üye astsubay eşleri hanımlar bir masaya oturuyor gönüllü olarak .
Masa başında kulübün muhasebe yetkilisi var. Elinde bir açık sepet. Bir erkek masaya geliyor . Sepete bir para atıyor . Masadaki kadınlardan birini dansa kaldırıyor .
Ayda dört gece. Sonrası toplanan para , nasıl oluyor bilmiyorum ama Yalova ve Karamürsel’deki ihtiyaç sahibi kadınlara dağıtılıyor ,
Haa ! Unuttum .
Kulüpten içeri girerken kapıda büyük bir grafik afiş ve üstünde OMAR & HARDY yazıyordu . Yani bize afiş yapmışlar . Biz de bir HAVA ! Sormayın gitsin .
Neyse bizi anons ettiler. Sahneye çıktık .
Elimizden ne geldiyse yapıyoruz.
Nasılsa beğenmezler diye de yedek parodimiz yok .
Bön-bön bakıyorlar ve kimse gülmüyor !
Zor bela son parodiyi yaptık . Bitiriyoruz . ben sinirlendim .
Sahneyi terk ederken geri döndüm. Sağ elimi yumruk yapıp orta parmağımı diktim . Sol elimle de kaldırdığım sağ kolumu pazu tarafında sıkıca yakalayıp iki kolumu birleştirmemle , salon alkıştan yıkılmaya başladı .
Şaşırdık .
Ömer geri geldi . Elele tutuşup eğilip selam verdik , arkaya geçtik.
Alkış dinmiyor. Tempo üstüne tempo !
En az dört defa BİS yapıp programı bitirdik. Çünkü yedek parodi yoktu .
Adamlar meğerse argo esprilere bayılıyormuş.
Bilseydik yıkardık salonu ..
İşin güzel yanı , program başı 50 dolar alıyorduk , ve artık köşe idik !..
*****
Yine bir gece Akasyapark’a programa gidiyoruz.
Vakit gece.
Siyasetin unutulmayanları var . Ecevit-Demirel –Erbakan -Türkeş dörtlüsü.
Çıkış parodimiz bu dörtlüyü ti’ye alan bir parodi.
Arnavut dondurmacının bir adım ötesinde , çınar ağacı altında kaldığı için loş ışık veren bir sokak lambasının dibinde , tam bahçeye gireceğiz , önümüzü devasa bir cüsse kesti !.
Uzun boylu… Işık loş olduğu için yüzünü de göremiyoruz.
Biz resim , imza falan isteyen biri sandık önceleri.
Biz öyle sanarken , o dev cüsseye yakışan bir kükreme ile sarsıldık :” Siz kimsiniz bakiim..? Utanmıyormusunuz bizim Başbuğ’umuzla dalga geçip milleti güldürmeye ? Bir daha yaparsanız kırarım bacaklarınızı !”.
Kulakların çınlasın sevgili Yaşar Okuyan dostum ! Sayende altımıza kaçırmadığımıza hala dua ediyorum .
Artık resmen aranan bir ikili olmuştuk o dönemlerde.
Bir gün yine Akasyapark’ta bir program sonrası bize bir kartvizit geldi. İstanbul’da bir organizatöre ait : AS ORGANİZE BÜROSU !
Üstümüzü değiştirip masasına icabet ettik . O zamanlar uvertür bir sanatçı olan Suna Sunay’ın babası imiş. Bizi İstanbul’a davet etti.
Aşırı heyecan bastı . Demek ki şöhret basamaklarını tırmanmaya başlayacaktık artık .
Bir hafta sonra gittik . Bize 25 metrekarelik karanlık bir odaya soktu .” Burada prova yapın bakiim” dedi. Bir şey anlamadık . Odadan çıktık ve Yalova’ya döndük . Hayallerimiz bitmişti.
Yine bir gün rahmetli Adliye başkatibi İsmail Karaduman amca , bizi İstanbul Kadıköy iskelesinin üstünde bir mekanda Adliye çalışanlarının bir organizasyonuna götürdü. Gittik.
Üstümüzde Kırmızı ceketler , siyah papyon beyaz gömlek ve altımızda yandan ekstrafor şeritli siyah pantolonlarımız var. Hazırlandık .
Kulisten çaktırmadan salona bakıyorum . Salon full .
O anda beni gören birisi parmağı ile çağırmaya başladı . “ Hay Allah !” deyip şaşırmama rağmen acemilikten gittim masaya .Adam bana döndü “ Bize iki su getir bakayım” demez mi ? . Son derece şaşırmış bir vaziyette etrafıma bakınırken farkettim ki servis garsonlarının tamamı bizim kıyafete sahipti. Adam beni kaytaran garson zannetmiş meğerse !
Bu anılar o zamanın basit gençlik heyecanları idi tabii ..
Oysa şimdi geriye baktığımda görüyorum ki neler neler kaçırmışız bilmeden. Her şey vardı ama tek eksiğimiz bizi yönetebilecek , akıl verecek bir ağabeyimiz bir büyüğümüz olmamasıydı .
Aradan yıllar geçti . Vakko’da iken Mehmet Ali Erbil müşterimdi. “ Hata etmişsiniz” dedi…
Bir gece , İstanbul’da KEMANCI’da Cem YILMAZ ile tanışıp kısa bir muhabet ile bu anıları anlattığımda o da “ Hata etmişsin” deyince içim yanmadı değil.
Anlattığım dönem , hayatımın kırılma noktalarından biriymiş , yeni yeni anlıyordum . Ama artık çok geç idi tabii ki.
Sevgili gençler ; varsa böyle hikayeleriniz , vazgeçmeyin. En azından başaramayıncaya kadar devam edin . En azından “ BEN DENEDİM” diyebilin.
Saygılarımla
Hadi TONAROĞLU